İnsan kendini beğenmezse, çatlar, ölür diye bir söz vardır ama bunun da kararını bilmek gerekmiyor mu? Biraz bende de var sanırım. Ama benimki kötü birşey değil bence. Gerçekten güzel oynarım. Ha güzel oynayananı da izlemeye bayılırım. Bu konuda kendimi beğenmeden geçemeyeceğim. Hele geçenlerde hastanede yaşadığım olaydan sonra...Demek ki; insanlar oynayan kişileri gerçekten seviyor (benim gibi). Hastanede sıramızı beklerken; önümdeki bayanın adı da Zeynep miş. Zeynep denilince ikimiz birden hareketlendik. Ama soyadı söylenince ben geri durdum. O arada oldukça şık, bakımlı bir bayanın bana seslendiğini duydum. Demek ki oyuncu Zeynep değilmiş diye. Döndüm anlamadım dedim. Ama kadını görseniz tam bir Cumhuriyet hanımı. Bana dedi ki; ben senin oynamanı hiç unutamam. Şaşırmıştım. Ne zaman dediğimde bana biraz hatırlatması gerekti açıkçası. Kadının hafızasına hayran kalmıştım. Bana 7-8 sene önceki bir vakıf yemeğinden bahsediyordu. Yemekte Tekirdağ ın ileri gelenlerinin hanımlarıda dahil yaklaşık 500-600 tane sadece hanım vardı. Orada 40 yaş altı ve 40 yaş üstü oryantal yarışması yapmışlardı. Bende aslında 40 yaş üzeri olmama rağmen yanlışlıkla 40 yaş altı yarışmacıların arasına girmişim. O zaman birde çok zayıftım. Minyon olduğumdan da arada kaynadım demek ki:)) Neyse herkes oynadı bir güzel. İyiki de 40 yaş üzeri yarışanların arasına girmemişim. Onlara çalan havalar hani anne havaları deriz ya öyle. Sonuçta ben orada 1.olmuştum. Ve de galiba sayın valimizin eşiydi. Altın takmıştı. Bu konuda gerçekten megalomanım sanırım. Aslında megalomanın bir anlamıda ruh hastalığı ama bende bu yok..%100 tescilliyim bu konuda. Çünkü eski eşim nafaka vermemek için bana şizofreni davası açmıştı. Ben bunu hem burada hem o meşhur akıl hastanesinde kanıtlamış bulunuyorum. O yüzden de oynamak konusunda gerçekten de kendimi beğeniyorummmmmmmm:)))))
fazlaca hazırcevap, bildiğini okuyan, kimseyi takmayan, dik kafalı, acayip neşeli, durduğu yerde müzik duyduğunda oynayan (yer farketmiyor) veee ÖZGÜR....
8 Eylül 2015 Salı
eski kocam geldi aklıma gene..gerçi hiç aklımdan çıkmıyor ki :)))) tam 3,5 sene oğluyla arasını yapmak için uğraştım..ne zaman ki her haftasonu gelip oğlunu görmeye başladı..hani şıllık cinsinden karılar olur ya işte o cins bir sürtük yaz geldi ya gene ortaya çıktı ve adam gene sürtüğü gezdireceğim diye oğluna gelmez oldu..ama ehliyet kurs ücretini ödedi ya..önemli olan bu ona göre..öküzzzzzzzzzzz öküzsün sen öküz..hayvansın oğlum..adam anasından sevgi görmemiş ki oğluna sevgi versin :(( yabani domuz
küçük bir kızken düşünürsün geleceğini,
hayatın sana sunacağı iyilikleri, kötülükleri,
bir yandan çeyiz hazırlığı, bir yandan gelenleri,
acaba hangisine karar versem dersin düşünürsün evliliği.
bir kadının yalnızlığı...
bir anda hayatımın aşkı dersin karar verirsin ona,
hele bir de bir iki güzel laf ettimi sana,
sanırsın ki cennet ayaklarında altında,
yok be canım bunlar gelip geçici, haberin ola!
evlenirsin, ilk iki senen geçer güle oynaya,
çocuğun olduktan sonraki yaşamın artık hep boşa,
bir yandan çalış bir yandan ev bark koca bir yanda kala,
belki de ihmal edersin onu bilmeden ara sırada.
bir anda başlar evde gerginlikler, kavgalar.
tüm yaşamını bir anda ümitsizlik kaplar,
seviyorum ailemi diye katlanırsın da ya laflar,
bunun da bir taşma sınırı var dersin olay patlar.
ayrılırsın, yaparım dersin tek başıma,
kolay mı sanırsın bir kadının kalmasını yalnız başına,
etraf aç canavarlar gibi üşüşür etrafına,
sende bizdensin derler bilmediğim anlamda.
geçenlerde yine bana geldiler oturmaya,
başladılar dulluğun keyfinden konuşmaya,
kibarca söyledim bir daha gelmeyin bana.
hiç kimseyi görmem, daha iyi gelir bana.
hayatın sana sunacağı iyilikleri, kötülükleri,
bir yandan çeyiz hazırlığı, bir yandan gelenleri,
acaba hangisine karar versem dersin düşünürsün evliliği.
bir kadının yalnızlığı...
bir anda hayatımın aşkı dersin karar verirsin ona,
hele bir de bir iki güzel laf ettimi sana,
sanırsın ki cennet ayaklarında altında,
yok be canım bunlar gelip geçici, haberin ola!
evlenirsin, ilk iki senen geçer güle oynaya,
çocuğun olduktan sonraki yaşamın artık hep boşa,
bir yandan çalış bir yandan ev bark koca bir yanda kala,
belki de ihmal edersin onu bilmeden ara sırada.
bir anda başlar evde gerginlikler, kavgalar.
tüm yaşamını bir anda ümitsizlik kaplar,
seviyorum ailemi diye katlanırsın da ya laflar,
bunun da bir taşma sınırı var dersin olay patlar.
ayrılırsın, yaparım dersin tek başıma,
kolay mı sanırsın bir kadının kalmasını yalnız başına,
etraf aç canavarlar gibi üşüşür etrafına,
sende bizdensin derler bilmediğim anlamda.
geçenlerde yine bana geldiler oturmaya,
başladılar dulluğun keyfinden konuşmaya,
kibarca söyledim bir daha gelmeyin bana.
hiç kimseyi görmem, daha iyi gelir bana.
Sen Benim Alışkanlığımsın !!
Aslında hayat seni de beni de sınadı bence.
İkimiz de bu çarkın içinde döneledik durduk.
Yorulduk, çaresiz kaldık.
Sonunda ne kazanan sendin ne de ben!
Bir yerde tükendik, bittik.
Kimin kazandığı ise o kadar belli ki..
Etrafımızdakiler, bizi çekemeyenler,
Kıskananlar..
Mutlu oldular, arkamızdan konuştular hep!
Oysa her zaman göz gözeydik, birlikteydik.
Sen ve ben ruh ikiziydik.
Ayrılmak nedir bilmezdik.
Son sevdam derdin bana gülerdim bense:)
En çok komikliğini severdim deli adam ben senin.
Ve beni sevmeni..
Benden sonra kaç kişiyle oldun bilmiyorum..
Peki mutlu oldun mu? Hayır!
Ayrıldın her birinden teker teker..
Sende savruluyorsun şimdi ne yaptığını bilmeden.
Ama ben bekledim ve bekleyeceğim seni..
Çünkü bu bendeki sana olan delice tutku ve alışkanlık...
Aslında hayat seni de beni de sınadı bence.
İkimiz de bu çarkın içinde döneledik durduk.
Yorulduk, çaresiz kaldık.
Sonunda ne kazanan sendin ne de ben!
Bir yerde tükendik, bittik.
Kimin kazandığı ise o kadar belli ki..
Etrafımızdakiler, bizi çekemeyenler,
Kıskananlar..
Mutlu oldular, arkamızdan konuştular hep!
Oysa her zaman göz gözeydik, birlikteydik.
Sen ve ben ruh ikiziydik.
Ayrılmak nedir bilmezdik.
Son sevdam derdin bana gülerdim bense:)
En çok komikliğini severdim deli adam ben senin.
Ve beni sevmeni..
Benden sonra kaç kişiyle oldun bilmiyorum..
Peki mutlu oldun mu? Hayır!
Ayrıldın her birinden teker teker..
Sende savruluyorsun şimdi ne yaptığını bilmeden.
Ama ben bekledim ve bekleyeceğim seni..
Çünkü bu bendeki sana olan delice tutku ve alışkanlık...
Altın Topum !!
Eski bir öykü vardır ya hani!
Padişahın aradığı evdeki altın top misali,
Evimin altın topusun sen de benim çocuğumsun!
Güneşim, neşem, mutluluk kaynağımsın.
Olmasın! ne yazar? hanlarım, saraylarım,
Evdeki altın topum yeter bana o benim yarım.
Allah herkese versin minicik bir altın top.
Yaşatsın bu mutluluğu tüm yaşamayanlara.
Eski bir öykü vardır ya hani!
Padişahın aradığı evdeki altın top misali,
Evimin altın topusun sen de benim çocuğumsun!
Güneşim, neşem, mutluluk kaynağımsın.
Olmasın! ne yazar? hanlarım, saraylarım,
Evdeki altın topum yeter bana o benim yarım.
Allah herkese versin minicik bir altın top.
Yaşatsın bu mutluluğu tüm yaşamayanlara.
60 yaşında da olsan annenin gözünde çocuksun....
Çocuğunuz mu var, derdiniz var sözü, hiç de boşuna söylenmiş değildir. Her tecrübeli anne baba bunu bilir. Her genç anne baba da er ya da geç bunu öğrenecektir. Evladınızın doğumdan sonra kollarınızın arasına emanet edildiği andan başlayıp, ilk çocukluk yılları, okul çağı, ilk gençlik dönemiyle devam eden yıllar, sizin için hep yeni sorunlar, yeni ve bilmediğiniz dertler, yeni korkular ve heyecanlarla dolu olarak geçecektir. Hatta zaman zaman ah, keşke hiç büyümeseydi de, beşiğindeki gibi kalsaydı! diye düşündüğünüz bile olacaktır (tıpkı şu an benim düşündüğüm gibi..büyüdükçe herşey büyüyor). Hatta onları yetiştirip büyüttükten sonra, kızınız varsa damada, oğlunuz varsa geline verseniz ve ayrı eve çıktıklarına tanık bile olsanız, yine dertlerinin bitmediğini göreceksiniz.
Bunu neden yazdım biliyor musunuz? Bulunduğum mahallede yaşlı bir teyzecik var. Oğluyla birlikte yaşıyor. Oğlu 61 yaşında. Teyze 79. O evlat ona ne kadar çile varsa çektirdiği halde yine de o evladının peşinde dolanıp duruyor. Canım benim ya..Onun o hali içimi öyle sızlatıyor ki..Hele napim kızım evladım o benim demelerin yok mu?..ah teyzecim ahh..Allah yardımcın olsun..
Çocuğunuz mu var, derdiniz var sözü, hiç de boşuna söylenmiş değildir. Her tecrübeli anne baba bunu bilir. Her genç anne baba da er ya da geç bunu öğrenecektir. Evladınızın doğumdan sonra kollarınızın arasına emanet edildiği andan başlayıp, ilk çocukluk yılları, okul çağı, ilk gençlik dönemiyle devam eden yıllar, sizin için hep yeni sorunlar, yeni ve bilmediğiniz dertler, yeni korkular ve heyecanlarla dolu olarak geçecektir. Hatta zaman zaman ah, keşke hiç büyümeseydi de, beşiğindeki gibi kalsaydı! diye düşündüğünüz bile olacaktır (tıpkı şu an benim düşündüğüm gibi..büyüdükçe herşey büyüyor). Hatta onları yetiştirip büyüttükten sonra, kızınız varsa damada, oğlunuz varsa geline verseniz ve ayrı eve çıktıklarına tanık bile olsanız, yine dertlerinin bitmediğini göreceksiniz.
Bunu neden yazdım biliyor musunuz? Bulunduğum mahallede yaşlı bir teyzecik var. Oğluyla birlikte yaşıyor. Oğlu 61 yaşında. Teyze 79. O evlat ona ne kadar çile varsa çektirdiği halde yine de o evladının peşinde dolanıp duruyor. Canım benim ya..Onun o hali içimi öyle sızlatıyor ki..Hele napim kızım evladım o benim demelerin yok mu?..ah teyzecim ahh..Allah yardımcın olsun..
Ayşe Teyzenin Hikayesi...
o bizim mahallenin ayşe teyzesi. nasıl da tatlısın sen ayşe teyze. bir o kadar da ne kadar bahtsız bir insansın.
ayşe teyze, ilk evliliğini yaptığında daha 16 sında gencecik bir kızmış. o kadar güzelmiş ki, yolda yürürken bir bakan dönüp tekrar bakarmış. fakat ya yazısı....
ayşe teyzenin 3 erkek evladı olur. üçüncü çocuğunun doğumundan ne yazık ki 6 ay sonra eşini trafik kazasında kaybeder. o zamanlar daha 26 yaşındadır ayşe teyzecik. 3 tane çocuk, gencecik bir kadın. bir müddet direnmiş. çalışmış. "evlenmeyeceğim, çocuklarıma ben bakarım" demiş. ama nereye kadar?
aile baskısı, mahalle baskısı derken ikinci evliliğini yapar. evlendiği kişi kendisinden tam 28 yaş büyüktür. neredeyse babası yaşında. kader işte...
evlendiği kişi iyi bir insandır. evlatlarını hiçbir zaman horlamaz. onlara bakar, büyütürler. muzaffer amca çalışkandır. evine kadar alır ve aldığı gün ayşe teyzenin üstüne yapar evi. (iyi ki de yapmış)
muzaffer amca evini de aldıktan ne yazik kı 2 sene sonra hastalanır. ayşe teyze onu tam 1,5 sene bakar, tıpkı çocuğu gibi. ama ölür gider işte. ayşe teyze 3 evladıyla yine yalnızdır, yine çaresizdir. en azından artık bir evim var diyebiliyordur. bir de muzaffer amcadan kalan emekli maaşı.
nasıl olsa çocuklarda büyümüştür artık. kendisine yardım edeceklerdir diye düşünüyordur. (artık böyle şeyler hayal oldu be ayşe teyzeciğim)
en büyük oğlu orhan, yabancı uyruklu bir kadına tutulur ve evlenir onunla. ilk önce o terkeder annesini. bir daha da uğramaz. bayramlar da bile. sonra onur, komşusunun yeğenine aşık olur. o da evlenir. o da uzaklaşır annesinden.
ayşe teyze, "yok yok, orhun beni bırakmaz" diye düşünüp kendini avutuyordur. ya orhun ne düşünüyordur? be ayşe teyzeciğim.
orhun bir müddet annesiyle yaşar. ama artık o da evlenmek istemektedir. çıktığı, birlikte olduğu kız onu bir an önce evlenmek için zorlamaya başlamıştır. ve o da kararını verir. o da evlenir. ayşe teyze mutludur. gelini onunla oturmayı kabul etmiştir. orhun ve karısı yaklaşık 3 sene oturur ayşe teyzeyle. ne yazık ki 3 senenin sonunda orhun da annesinden ayrı yaşamak ister. evlerini ayırırlar. ayşe teyze yıkılır. yapayalnızdır artık. oysa o evlatlar uğruna nelere boyun eğmişti. allahtan kendinden yaşlı da olsa, iyi bir insanla evlenmişti. ama böyle olacağını, hayatta bu sefer evlatsız, yapayalnız kalacağını bilemezdi ki..
annem geçenlerde ayşe teyzenin yanına gitti. nasıl diye bakmaya. ayşe teyze annemin belki 50 senelik arkadaşı. ayşe teyze çökmüş, ayşe teyze hep ağlıyormuş. ah be orhan ağbi sen bari diğer çocuklarından daha aklı başındaydın. ne olur, gelseniz. arada ayşe teyzeyi dolaşsanız. bir paket şeker, bir paket çay alsanız. ne var yani?gerçekten de orhan ağbi diğer çocuklar içinde aslında en ılımlısıydı.
annem çok üzülmüş. bana geldi anlattı. çok üzüldüm. ayşe teyzeyi o kadar severim ki. ben bile istanbul dışında oturduğum halde arasıra da olsa ayşe teyzeyi arar hal hatırını sorarım. ya o hayırsız evlatlar. lafım sizlere. keşke bu yazımı okusanız. keşke biraz insafa gelseniz. herşey karı demek değil. bir de sizi doğuran, size hayatını feda eden insan var. unuttuysanız söyleyeyim; Ayşe Teyze...yani anneniz beyler.
hele anneme söylediği şey; "sabriyeciğim ne olur bari torunlarımdan biri gelse" ah be bu beni kahretti. nasıl böyle olabiliyorsunuz ya! nasıl bu kadar gaddarlaştınız. yazıklar olsun size!
allah herkese hayırlı evlatlar nasip etsin.
o bizim mahallenin ayşe teyzesi. nasıl da tatlısın sen ayşe teyze. bir o kadar da ne kadar bahtsız bir insansın.
ayşe teyze, ilk evliliğini yaptığında daha 16 sında gencecik bir kızmış. o kadar güzelmiş ki, yolda yürürken bir bakan dönüp tekrar bakarmış. fakat ya yazısı....
ayşe teyzenin 3 erkek evladı olur. üçüncü çocuğunun doğumundan ne yazık ki 6 ay sonra eşini trafik kazasında kaybeder. o zamanlar daha 26 yaşındadır ayşe teyzecik. 3 tane çocuk, gencecik bir kadın. bir müddet direnmiş. çalışmış. "evlenmeyeceğim, çocuklarıma ben bakarım" demiş. ama nereye kadar?
aile baskısı, mahalle baskısı derken ikinci evliliğini yapar. evlendiği kişi kendisinden tam 28 yaş büyüktür. neredeyse babası yaşında. kader işte...
evlendiği kişi iyi bir insandır. evlatlarını hiçbir zaman horlamaz. onlara bakar, büyütürler. muzaffer amca çalışkandır. evine kadar alır ve aldığı gün ayşe teyzenin üstüne yapar evi. (iyi ki de yapmış)
muzaffer amca evini de aldıktan ne yazik kı 2 sene sonra hastalanır. ayşe teyze onu tam 1,5 sene bakar, tıpkı çocuğu gibi. ama ölür gider işte. ayşe teyze 3 evladıyla yine yalnızdır, yine çaresizdir. en azından artık bir evim var diyebiliyordur. bir de muzaffer amcadan kalan emekli maaşı.
nasıl olsa çocuklarda büyümüştür artık. kendisine yardım edeceklerdir diye düşünüyordur. (artık böyle şeyler hayal oldu be ayşe teyzeciğim)
en büyük oğlu orhan, yabancı uyruklu bir kadına tutulur ve evlenir onunla. ilk önce o terkeder annesini. bir daha da uğramaz. bayramlar da bile. sonra onur, komşusunun yeğenine aşık olur. o da evlenir. o da uzaklaşır annesinden.
ayşe teyze, "yok yok, orhun beni bırakmaz" diye düşünüp kendini avutuyordur. ya orhun ne düşünüyordur? be ayşe teyzeciğim.
orhun bir müddet annesiyle yaşar. ama artık o da evlenmek istemektedir. çıktığı, birlikte olduğu kız onu bir an önce evlenmek için zorlamaya başlamıştır. ve o da kararını verir. o da evlenir. ayşe teyze mutludur. gelini onunla oturmayı kabul etmiştir. orhun ve karısı yaklaşık 3 sene oturur ayşe teyzeyle. ne yazık ki 3 senenin sonunda orhun da annesinden ayrı yaşamak ister. evlerini ayırırlar. ayşe teyze yıkılır. yapayalnızdır artık. oysa o evlatlar uğruna nelere boyun eğmişti. allahtan kendinden yaşlı da olsa, iyi bir insanla evlenmişti. ama böyle olacağını, hayatta bu sefer evlatsız, yapayalnız kalacağını bilemezdi ki..
annem geçenlerde ayşe teyzenin yanına gitti. nasıl diye bakmaya. ayşe teyze annemin belki 50 senelik arkadaşı. ayşe teyze çökmüş, ayşe teyze hep ağlıyormuş. ah be orhan ağbi sen bari diğer çocuklarından daha aklı başındaydın. ne olur, gelseniz. arada ayşe teyzeyi dolaşsanız. bir paket şeker, bir paket çay alsanız. ne var yani?gerçekten de orhan ağbi diğer çocuklar içinde aslında en ılımlısıydı.
annem çok üzülmüş. bana geldi anlattı. çok üzüldüm. ayşe teyzeyi o kadar severim ki. ben bile istanbul dışında oturduğum halde arasıra da olsa ayşe teyzeyi arar hal hatırını sorarım. ya o hayırsız evlatlar. lafım sizlere. keşke bu yazımı okusanız. keşke biraz insafa gelseniz. herşey karı demek değil. bir de sizi doğuran, size hayatını feda eden insan var. unuttuysanız söyleyeyim; Ayşe Teyze...yani anneniz beyler.
hele anneme söylediği şey; "sabriyeciğim ne olur bari torunlarımdan biri gelse" ah be bu beni kahretti. nasıl böyle olabiliyorsunuz ya! nasıl bu kadar gaddarlaştınız. yazıklar olsun size!
allah herkese hayırlı evlatlar nasip etsin.
1 Eylül 2015 Salı
biz kadınların şişmanlık korkusu :((
yoo, gülmeyin. bu iş şimdilerde komik olmaktan çıktı. uzmanlar, "şişmanlık korkusu toplumda neredeyse bir hastalık halini aldı." diyorlar ve özellikle "anorexia nervosa" vakalarının arttığını belirtiyorlar. bu garip isimli hastalık, özellikle genç kızlarda rastlanan bir ruhsal bozukluk. aynaya bakıp 45 kiloluk bedenlerini "şişman" buluyor ve kendilerini açlığa mahkum ediyorlar. uzmanlara göre, bunun altında dişiliğin inkarı yatıyor ama, gelin de bunu bir yetmiş beş boy ve elli kiloya rağmen, "ağzıma bir şeker atarsam, vicdan azapları içinde kıvranıyorum" diyen, lise öğrencisi genç hanıma anlatın!
şu da bir gerçek ki, toplumda şişmanlık, yaşlılığı çağrıştırıyor, şişman bir kadının seksi olamayacağı düşünülüyor. bakın bir kadın yazar ne demiş: "bir kadına 18 le 35 yaş arasında iyi bir vücut, 35 le 55 yaş arasında iyi bir şahsiyet, 55 ten sonra ise yüklü bir banka hesabı gerek!" bu arada gazeteler, dergiler de işin üstüne üstüne gidiyor tabii. moda "sıska" mankenler üzerinde sunuluyor, kreasyonlar çoğunlukla zayıf kadınları süslemeye çalışıyor. ne var ki, pek çok erkek hala "elini attı mı, kemik sesi vermeyecek" bir vücut aradığını itiraf ediyor, o da işin ayrı yanı. kısacası diyeceğim o ki, aşırı kiloluysanız, elinizden geleni yapın. ama sülün gibi vücudunuz varsa, kendinizi havuca adamayın. kilolar üzerinde harcadığınız enerjiyi başka alanlara yöneltin, yaşamın kalori hesabından ibaret olmadığını kavramaya çalışın.
böyle yazdığıma da bakmayın ben de şu aralar salona gitmekte ve kalorime dikkat etmekteyim. ama bu sayede de iki ayda 11 kilo verdiş bulunmaktayım. hatta 12 kiloya doğru gidiyor. yine de en güzeli bence zayıf kalabilmek. ama işin tuhafı da beni gören ille de eski kilon diyor. bu nasıl iş anlamadım. yani kilo bana yakışıyormuş. yahu kilo kime yakışır? bence beni kıskanıyorlar dermişim.
yoo, gülmeyin. bu iş şimdilerde komik olmaktan çıktı. uzmanlar, "şişmanlık korkusu toplumda neredeyse bir hastalık halini aldı." diyorlar ve özellikle "anorexia nervosa" vakalarının arttığını belirtiyorlar. bu garip isimli hastalık, özellikle genç kızlarda rastlanan bir ruhsal bozukluk. aynaya bakıp 45 kiloluk bedenlerini "şişman" buluyor ve kendilerini açlığa mahkum ediyorlar. uzmanlara göre, bunun altında dişiliğin inkarı yatıyor ama, gelin de bunu bir yetmiş beş boy ve elli kiloya rağmen, "ağzıma bir şeker atarsam, vicdan azapları içinde kıvranıyorum" diyen, lise öğrencisi genç hanıma anlatın!
şu da bir gerçek ki, toplumda şişmanlık, yaşlılığı çağrıştırıyor, şişman bir kadının seksi olamayacağı düşünülüyor. bakın bir kadın yazar ne demiş: "bir kadına 18 le 35 yaş arasında iyi bir vücut, 35 le 55 yaş arasında iyi bir şahsiyet, 55 ten sonra ise yüklü bir banka hesabı gerek!" bu arada gazeteler, dergiler de işin üstüne üstüne gidiyor tabii. moda "sıska" mankenler üzerinde sunuluyor, kreasyonlar çoğunlukla zayıf kadınları süslemeye çalışıyor. ne var ki, pek çok erkek hala "elini attı mı, kemik sesi vermeyecek" bir vücut aradığını itiraf ediyor, o da işin ayrı yanı. kısacası diyeceğim o ki, aşırı kiloluysanız, elinizden geleni yapın. ama sülün gibi vücudunuz varsa, kendinizi havuca adamayın. kilolar üzerinde harcadığınız enerjiyi başka alanlara yöneltin, yaşamın kalori hesabından ibaret olmadığını kavramaya çalışın.
böyle yazdığıma da bakmayın ben de şu aralar salona gitmekte ve kalorime dikkat etmekteyim. ama bu sayede de iki ayda 11 kilo verdiş bulunmaktayım. hatta 12 kiloya doğru gidiyor. yine de en güzeli bence zayıf kalabilmek. ama işin tuhafı da beni gören ille de eski kilon diyor. bu nasıl iş anlamadım. yani kilo bana yakışıyormuş. yahu kilo kime yakışır? bence beni kıskanıyorlar dermişim.
hayvanları çok seven biriyim ben. onların karnını doyurmadan yemeğe oturmazdım.
o zaman 2 tane köpeğimiz vardı. eşime dedim ki;
hadi gel! hayvan barınağından bir köpek daha alalım dedim ve gittik.
canlarım ya o kadar çoklar ki.. o kadar ilgi istiyorlar ki.. ve o kadar küçükler ki....
sözümona yemek atmışlar önlerine. hani derler ya köpeğin önüne atar gibi resmen o şekilde.
o ne manzaraydı allahım. hayvanlar birbirini paralıyor. içim parçalanmıştı.
sanki hepsi beni al diyordu. ama hepinizi birden alamazdım ki.
o tel örgülere yapışmalarını görmeliydiniz. derken en arkalarda kendini hiç de paralamayan, sesi çıkmayan, sadece bana; sanki beni al, der gibi onu gördüm. boynunu bükmüş öyle bakıyordu.
onu diye işaret ettim ve getirdiler.
allahım nasıl pisti. nasıl kokuyordu. o ise öyle bir sokulmuştu ki bana. küçücüktü. eve geldik. güzelce yıkadık. misler gibi olmuştu. adını rocky koymuştuk. şu anda 3 yaşında. ama ben onu yaklaşık 6 aydır göremiyorum ve özlüyorum.
o zaman 2 tane köpeğimiz vardı. eşime dedim ki;
hadi gel! hayvan barınağından bir köpek daha alalım dedim ve gittik.
canlarım ya o kadar çoklar ki.. o kadar ilgi istiyorlar ki.. ve o kadar küçükler ki....
sözümona yemek atmışlar önlerine. hani derler ya köpeğin önüne atar gibi resmen o şekilde.
o ne manzaraydı allahım. hayvanlar birbirini paralıyor. içim parçalanmıştı.
sanki hepsi beni al diyordu. ama hepinizi birden alamazdım ki.
o tel örgülere yapışmalarını görmeliydiniz. derken en arkalarda kendini hiç de paralamayan, sesi çıkmayan, sadece bana; sanki beni al, der gibi onu gördüm. boynunu bükmüş öyle bakıyordu.
onu diye işaret ettim ve getirdiler.
allahım nasıl pisti. nasıl kokuyordu. o ise öyle bir sokulmuştu ki bana. küçücüktü. eve geldik. güzelce yıkadık. misler gibi olmuştu. adını rocky koymuştuk. şu anda 3 yaşında. ama ben onu yaklaşık 6 aydır göremiyorum ve özlüyorum.
Ağaç Dikmenin Önemi :))
herşey birkaç saat içinde olup bitti.
önce bir yağmur boşandı. sonra da dağlardan köye yaman bir sel geldi. önüne ne çıktıysa alıp götürdü. evlerle birlikte bütün eşyalar da selle gitti.
bunun üzerine köylüler toplandı.
hepsi:
-bu böyle olmaz, dediler. bu iş böyle gitmez. bu bizim köy bahtsız bir köy çünkü iki dağ arasında. yağmur boşanıp da sel indimi her şeyimizi sele veriyoruz. bir şey yapmamız gerek.
bir genç:
-alıp başımızı gidelim, dedi. büyük şehirlere gidelim. oralarda iş mi yok? iş bulur çalışırız.
bir ihtiyar:
-olmaz öyle şey, dedi. evden, yurttan ayrılmak kolay değil herkes bırakır giderse köy kime kalacak? şu güzel dağ, şu güzel tepeler, şu bahçeler ne olacak? bu köyü bırakamayız. başka yerlere gidemeyiz.
bir başka genç:
-her yıl sel geliyor, dedi. emeklerimiz boşa gidiyor. insan nerede olsa çalışır, nerede olsa karnını doyurur.
ihtiyar adam kızdı:
-sen ne diyorsun oğul? senin dediğin insanoğluna yakışmaz. köyde kalacak, hep birlikte sele karşı savaşacağız. bize bu yakışır.
köylüler arasında en yaşlısı koca hasan dı. koca hasan dedi ki:
-bundan yıllarca önce bu köyde, sel nedir kimse bilmezdi. ama o zamanlar köy böyle değildi. dağlar, bayırlar, tepeler hep ormandı. her yan yeşillik içindeydi. daha sonra o kesti bu kesti, yavaş yavaş orman tükendi. dağlar, tepeler, bayırlar kelleşti. böylece olanlar bize oldu. artık yağmur yağdı mı ardından da sel geliyor.
şimdi yapacağımız bir iş var. köyü ağaçlandıracağız. dağlara, tepelere, bayırlara bol bol ağaç dikeceğiz. başka çaremiz yok.
koca hasan sustu. herkes ona hak verdi. ertesi gün, bütün köylü ağaç dikmeye başladı.
ne olursunuz ağaç dikmeye devam edelim. bir fidan binlerce nefes demek.
herşey birkaç saat içinde olup bitti.
önce bir yağmur boşandı. sonra da dağlardan köye yaman bir sel geldi. önüne ne çıktıysa alıp götürdü. evlerle birlikte bütün eşyalar da selle gitti.
bunun üzerine köylüler toplandı.
hepsi:
-bu böyle olmaz, dediler. bu iş böyle gitmez. bu bizim köy bahtsız bir köy çünkü iki dağ arasında. yağmur boşanıp da sel indimi her şeyimizi sele veriyoruz. bir şey yapmamız gerek.
bir genç:
-alıp başımızı gidelim, dedi. büyük şehirlere gidelim. oralarda iş mi yok? iş bulur çalışırız.
bir ihtiyar:
-olmaz öyle şey, dedi. evden, yurttan ayrılmak kolay değil herkes bırakır giderse köy kime kalacak? şu güzel dağ, şu güzel tepeler, şu bahçeler ne olacak? bu köyü bırakamayız. başka yerlere gidemeyiz.
bir başka genç:
-her yıl sel geliyor, dedi. emeklerimiz boşa gidiyor. insan nerede olsa çalışır, nerede olsa karnını doyurur.
ihtiyar adam kızdı:
-sen ne diyorsun oğul? senin dediğin insanoğluna yakışmaz. köyde kalacak, hep birlikte sele karşı savaşacağız. bize bu yakışır.
köylüler arasında en yaşlısı koca hasan dı. koca hasan dedi ki:
-bundan yıllarca önce bu köyde, sel nedir kimse bilmezdi. ama o zamanlar köy böyle değildi. dağlar, bayırlar, tepeler hep ormandı. her yan yeşillik içindeydi. daha sonra o kesti bu kesti, yavaş yavaş orman tükendi. dağlar, tepeler, bayırlar kelleşti. böylece olanlar bize oldu. artık yağmur yağdı mı ardından da sel geliyor.
şimdi yapacağımız bir iş var. köyü ağaçlandıracağız. dağlara, tepelere, bayırlara bol bol ağaç dikeceğiz. başka çaremiz yok.
koca hasan sustu. herkes ona hak verdi. ertesi gün, bütün köylü ağaç dikmeye başladı.
ne olursunuz ağaç dikmeye devam edelim. bir fidan binlerce nefes demek.
Ellerimi aldım artık şakaklarımdan
Düşünmüyorum..
Artık küllüklerde dolmayacak sigara izmaritleriyle,
Bizim mahalleliler de rahatlayacak :))
İçip içip de ağlamaklı çığlıklarımı atmayacağım..
İsyan edip gecelere de..
Sokak lambalarını kırmayacağım.
Pervasız karanlıklarda yıldızlara;
Sen! diye ellerimi uzatmayacağım...
Ve...göreceksin seni unutuyorum...
Unutacağım!
Kimbilir belki de ömrümce..
Hiç mi hiç sevmeyeceğim...
Düşünmüyorum..
Artık küllüklerde dolmayacak sigara izmaritleriyle,
Bizim mahalleliler de rahatlayacak :))
İçip içip de ağlamaklı çığlıklarımı atmayacağım..
İsyan edip gecelere de..
Sokak lambalarını kırmayacağım.
Pervasız karanlıklarda yıldızlara;
Sen! diye ellerimi uzatmayacağım...
Ve...göreceksin seni unutuyorum...
Unutacağım!
Kimbilir belki de ömrümce..
Hiç mi hiç sevmeyeceğim...
27 Ağustos 2015 Perşembe
Atatürk ün Fidan Dikma Sevdası !!
Atatürk ün etimesgut köyünde yaşlı bir dostu vardı. adam eski rumeli göçmenlerindendi. Atatürk le pek teklifsiz, senli benli konuşurlardı.
fidan dikme, ankara ağaçlandırma ve yeşertme merakı, atatürk ü hergün çiftliğe çekiyordu. toprakların bir bölümünde, türlü denemelere rağmen ağaç tutturulamamıştı.
Atatürk ısrarla, toprağı tahlil ettirip, çeşitli fidanları diktiriyordu. hiçbiri istenen ve beklenen sonucu vermiyordu.
Atatürk ün bu işle çok uğraşıp didindiğini ve bu yüzden çok da üzüldüğünü gören etimesgutlu yaşlı adam, birgün:
- a be paşam, dedi. zor işlerden hoşlanırsın, olmayacağı oldurmak istersin ama bu toprak kıraçtır. fidan tutmaz, niçin bu kadar zorlanırsın?
Atütürk:
-mademki topraktır, mutlaka tutacak!...diye kestirip attı.
yaşlı adam:
-benim demin topraktır dediğime bakma, diye ekledi. toprak dedimse, söz gelişi söyledim. burası toprak olsaydı; dediğin doğru olurdu. fakat bu toprak değil ki...
her düşünceye, her görüşe saygı duyan atatürk sordu:
-ya nedir öyleyse?...
-kayadır!...
-amma yaptın ha? bunca ziraat mühendisi baktı, topraktır, dediler!...
-ne dediklerini bilmem. fakat onlar habire bu toprağın yüzünde dolaşıyorlar. oysaki bu ince yüzün alt tarafı, boydan boya, düpedüz kayalıktır. inanmazsan kazdır.
Atatürk, bu cahil fakat toprağın dilinden çok iyi anlayan deneyimli adamın sözünü dinledi. toprağın değişik yerlerini kazdırdı. nereye kazma vurulduysa, otuz, kırk santim altta yekpare, sert bir kayanın varlığı anlaşıldı.
Atatürk sordu:
-neden bunu şimdiye kadar bana söylemedin?
-sen okumuşların sözüne daha çok inanırsın da ondan!...
Atatürk:
-bu sözün doğrudur, dedi. ben okumuşların sözüne daha çok inanırım. fakat bu yaşa kadar toprakla uğraşan sana da inanırım. çünkü, bu işte sen de "okumuş sayılırsın!..." dedi.
Atatürk ün etimesgut köyünde yaşlı bir dostu vardı. adam eski rumeli göçmenlerindendi. Atatürk le pek teklifsiz, senli benli konuşurlardı.
fidan dikme, ankara ağaçlandırma ve yeşertme merakı, atatürk ü hergün çiftliğe çekiyordu. toprakların bir bölümünde, türlü denemelere rağmen ağaç tutturulamamıştı.
Atatürk ısrarla, toprağı tahlil ettirip, çeşitli fidanları diktiriyordu. hiçbiri istenen ve beklenen sonucu vermiyordu.
Atatürk ün bu işle çok uğraşıp didindiğini ve bu yüzden çok da üzüldüğünü gören etimesgutlu yaşlı adam, birgün:
- a be paşam, dedi. zor işlerden hoşlanırsın, olmayacağı oldurmak istersin ama bu toprak kıraçtır. fidan tutmaz, niçin bu kadar zorlanırsın?
Atütürk:
-mademki topraktır, mutlaka tutacak!...diye kestirip attı.
yaşlı adam:
-benim demin topraktır dediğime bakma, diye ekledi. toprak dedimse, söz gelişi söyledim. burası toprak olsaydı; dediğin doğru olurdu. fakat bu toprak değil ki...
her düşünceye, her görüşe saygı duyan atatürk sordu:
-ya nedir öyleyse?...
-kayadır!...
-amma yaptın ha? bunca ziraat mühendisi baktı, topraktır, dediler!...
-ne dediklerini bilmem. fakat onlar habire bu toprağın yüzünde dolaşıyorlar. oysaki bu ince yüzün alt tarafı, boydan boya, düpedüz kayalıktır. inanmazsan kazdır.
Atatürk, bu cahil fakat toprağın dilinden çok iyi anlayan deneyimli adamın sözünü dinledi. toprağın değişik yerlerini kazdırdı. nereye kazma vurulduysa, otuz, kırk santim altta yekpare, sert bir kayanın varlığı anlaşıldı.
Atatürk sordu:
-neden bunu şimdiye kadar bana söylemedin?
-sen okumuşların sözüne daha çok inanırsın da ondan!...
Atatürk:
-bu sözün doğrudur, dedi. ben okumuşların sözüne daha çok inanırım. fakat bu yaşa kadar toprakla uğraşan sana da inanırım. çünkü, bu işte sen de "okumuş sayılırsın!..." dedi.
Aral Gölünün Sonu
ölümüne yol açan karar verilmeden önce Aral gölü dünyanın en büyük dördüncü gölüydü. 1960 lı yıllarda yöneticiler, özbekistan, türkmenistan ve kazakistan ı pamuk üretim merkezi ilan etti. bu karar aral gölü için sonun başlangıcı oldu. bölgenin kurak bir iklimi vardı. bu nedenle pamuk tarlalarının sulanması gerekiyordu. aral gölü nün can damarı olan ceyhun ve seyhun nehirlerinin suları kesilerek pamuk tarlalarının sulanması için kullanılacaktı. büyük bölümü özbekistan sınırları içinde yer alan turan ovası nda dev sulama kanalları açıldı. ilk başlarda her şey iyi gitti. özbekistan, pamuk üretiminde dünya birinciliğine kadar ulaştı. bölgenin nüfusu da 14 milyondan 27 milyona kadar çıktı. ancak kısa zamanda elde edilen kazancın ağır faturası da ortaya çıkmaya başladı. bölgedeki su dengeleri bozuldu. tarım alanlarını sulamada kullanılan küçük akarsuların birçoğu ceyhun ve seyhun nehirlerine ulaşamaz oldu. bilinçsiz sulama ve sızdıran kanallar nedeniyle tarım alanları tuzlanarak çoraklaşmaya başladı.
ceyhun ve seyhun nehirlerinin sularının kesilmesi aral gölü için de tam bir felakat oldu. yeterli su gelmediğinden göl kurumaya başladı. 20 yıl içinde, göl yüzde kırkını kaybetti. göl kıyısında bulunan bazı yerleşim yerleri sahilden 70-80 kilometre uzakta kaldı. bugün, göl ikiye hatta üçe bölünmek üzeredir.
göldeki balıkçılık ve ulaşım faaliyetleri daha 1975 yılında son erdi. gölde mineral ve tuz oranı arttığından 200 kadar canlı türü yok oldu. bugün gölde, ticari değeri olmayan birkaç çeşit balık tutulabilmektedir. gemi ve tersanelerde çalışan ya da balıkçılıkla geçinen binlerce aile de işsiz kalmış durumdadır.
göl alanının küçülmesiyle birlikte bölgenin iklimi de değişmeye başladı. göl çevresindeki ılıman iklim giderek sertleşti. yazları kısa ve kurak, kışları uzun ve soğuk geçen karasal iklime dönüştü. bölgede yılın neredeyse üç ayı kum fırtınalarıyla geçmeye başladı. bu fırtınalar gölün kuruyan yatağındaki tuzlu kumları 250 kilometre uzağa kadar taşıyabilmektedir. bu da insan sağlığı açısından büyük sorunlara yol açmaktadır. bölgede kansızlık, kanser, astım, bronşit. böbrek ve akciğer hastalıkları neredeyse 30 kat artmış durumdadır. bebek ölümü oranında ise bölge dünyada birinci sıraya yükselmiştir.
ölümüne yol açan karar verilmeden önce Aral gölü dünyanın en büyük dördüncü gölüydü. 1960 lı yıllarda yöneticiler, özbekistan, türkmenistan ve kazakistan ı pamuk üretim merkezi ilan etti. bu karar aral gölü için sonun başlangıcı oldu. bölgenin kurak bir iklimi vardı. bu nedenle pamuk tarlalarının sulanması gerekiyordu. aral gölü nün can damarı olan ceyhun ve seyhun nehirlerinin suları kesilerek pamuk tarlalarının sulanması için kullanılacaktı. büyük bölümü özbekistan sınırları içinde yer alan turan ovası nda dev sulama kanalları açıldı. ilk başlarda her şey iyi gitti. özbekistan, pamuk üretiminde dünya birinciliğine kadar ulaştı. bölgenin nüfusu da 14 milyondan 27 milyona kadar çıktı. ancak kısa zamanda elde edilen kazancın ağır faturası da ortaya çıkmaya başladı. bölgedeki su dengeleri bozuldu. tarım alanlarını sulamada kullanılan küçük akarsuların birçoğu ceyhun ve seyhun nehirlerine ulaşamaz oldu. bilinçsiz sulama ve sızdıran kanallar nedeniyle tarım alanları tuzlanarak çoraklaşmaya başladı.
ceyhun ve seyhun nehirlerinin sularının kesilmesi aral gölü için de tam bir felakat oldu. yeterli su gelmediğinden göl kurumaya başladı. 20 yıl içinde, göl yüzde kırkını kaybetti. göl kıyısında bulunan bazı yerleşim yerleri sahilden 70-80 kilometre uzakta kaldı. bugün, göl ikiye hatta üçe bölünmek üzeredir.
göldeki balıkçılık ve ulaşım faaliyetleri daha 1975 yılında son erdi. gölde mineral ve tuz oranı arttığından 200 kadar canlı türü yok oldu. bugün gölde, ticari değeri olmayan birkaç çeşit balık tutulabilmektedir. gemi ve tersanelerde çalışan ya da balıkçılıkla geçinen binlerce aile de işsiz kalmış durumdadır.
göl alanının küçülmesiyle birlikte bölgenin iklimi de değişmeye başladı. göl çevresindeki ılıman iklim giderek sertleşti. yazları kısa ve kurak, kışları uzun ve soğuk geçen karasal iklime dönüştü. bölgede yılın neredeyse üç ayı kum fırtınalarıyla geçmeye başladı. bu fırtınalar gölün kuruyan yatağındaki tuzlu kumları 250 kilometre uzağa kadar taşıyabilmektedir. bu da insan sağlığı açısından büyük sorunlara yol açmaktadır. bölgede kansızlık, kanser, astım, bronşit. böbrek ve akciğer hastalıkları neredeyse 30 kat artmış durumdadır. bebek ölümü oranında ise bölge dünyada birinci sıraya yükselmiştir.
Ağustos Depremi ve İçkiiiiiiiii
o zaman çalışıyordum istanbulda oturuyorduk tanrım o nasıl bir sarsıntıydı o nasıl bir rüzgar sesisdi bir uğultuyla uyanmıştım o sese fırladım yataktan ve o 45 saniye varya o halde koşuşum salona varışım evde eşimi arıyorum o mu ne yapıyor şimdi insana ne garip geliyor o ise içki yüzünden salonda yerde sızmış kalmış evet yanlış duymadınız sızmıştı ve o saniyeler içinde onu ayıltmaya çalıştım gözünü açtığında sarsıntı geçmişti herkes dışarıdaydı binada bir tek biz vardık ve kapımızı vurdular dışarı çıkın diye....ayıldığında söylediği kelime ne oldu ya.... bense o anda deprem olduğunun bile farkında değilim ne olduğunu anlayamadım....çünkü ilk yaşadığım depremdi...
ne olursunuz içmeyin şu içkiyi sevdiklerinizi düşünün içmeyin...
ve benim eşim bu depremden sonraki depremleri hissettiğinde o kadar korkmuştuki belkide eşime ilk kez içki yaramıştı adam belkide o büyük depremi hissetse kalp krizi geçirecekti allah korusun... bazen takılırdım ona iyiki o gece sızmış durumdaydın diye halada inkar ediyor ben içkili değildim diye ... ya bu içkiyi içenler bu alkolik olanlar neden evet ben böyleyim deyip kabul etmezler anlamıyorum...
o zaman çalışıyordum istanbulda oturuyorduk tanrım o nasıl bir sarsıntıydı o nasıl bir rüzgar sesisdi bir uğultuyla uyanmıştım o sese fırladım yataktan ve o 45 saniye varya o halde koşuşum salona varışım evde eşimi arıyorum o mu ne yapıyor şimdi insana ne garip geliyor o ise içki yüzünden salonda yerde sızmış kalmış evet yanlış duymadınız sızmıştı ve o saniyeler içinde onu ayıltmaya çalıştım gözünü açtığında sarsıntı geçmişti herkes dışarıdaydı binada bir tek biz vardık ve kapımızı vurdular dışarı çıkın diye....ayıldığında söylediği kelime ne oldu ya.... bense o anda deprem olduğunun bile farkında değilim ne olduğunu anlayamadım....çünkü ilk yaşadığım depremdi...
ne olursunuz içmeyin şu içkiyi sevdiklerinizi düşünün içmeyin...
ve benim eşim bu depremden sonraki depremleri hissettiğinde o kadar korkmuştuki belkide eşime ilk kez içki yaramıştı adam belkide o büyük depremi hissetse kalp krizi geçirecekti allah korusun... bazen takılırdım ona iyiki o gece sızmış durumdaydın diye halada inkar ediyor ben içkili değildim diye ... ya bu içkiyi içenler bu alkolik olanlar neden evet ben böyleyim deyip kabul etmezler anlamıyorum...
Kağıdın İcadı
Kağıt M.S. 105 de Ts ai tarafından Çin de icat edilmiştir. Pasifik Adalarında kullanılan tapa kumaşı gibi, dut ağacının gövdesinden yapılmıştır.Marko Polo zamanında, Uzakdoğu da bitki lifleri tabaka oluşacak kadar sıkıştırılarak yapılırdı. Çin de bu zamanda, dini seremonilerde kağıttan eşya ve minyatürler kullanılırdı. M.S. 739 da yaldızla kaplanmış para cenaze törenlerinde iş görüyordu. Eski Mısırlılar Nil kenarında biten bir saz olan papirüsyapraklarını kağıt gibi kullanırlardı.i Parirus 1-3 m. arası yeşil yapraklı, hoş görünümlü bir sazdır. Bundan, kağıttan başka kayık, örme sepet, yelken ve ip yapıldığı gibi bu saz yenilebilirdi de..
Romalılar daha sonra koyun derisini incecik keserek parşömen yapmışlardır. Birkaç asır bütün Avrupa da bunu kullanmayı başarmışlardır. 1495 de İngiltere de ilk kağıt fabrikası kurulmuş istek yetersizliğinden iflas edip kapanmıştı. 1586 da tekrar bu maceraya atılıp, becermişlerdir. İlk zamanlar teknik aynı olmasına karşın bu işlem yorucu idi. 19. yüzyılda işlemler çok daha kolaylaşmıştır. O zamanlar işlem için gerekli maddeler: bitki, kumaş lifleri, tahta hamuru, kimyevi madde ve toprak, desen ve boyalardı. Bunlar çeşitli bölmelere yerleştirilip kurutulur ve sıkıştırılır. Sonra yıkanıp ağartılırdı. Daha sonraları plastikten bile yararlanılmıştı.
Kağıt M.S. 105 de Ts ai tarafından Çin de icat edilmiştir. Pasifik Adalarında kullanılan tapa kumaşı gibi, dut ağacının gövdesinden yapılmıştır.Marko Polo zamanında, Uzakdoğu da bitki lifleri tabaka oluşacak kadar sıkıştırılarak yapılırdı. Çin de bu zamanda, dini seremonilerde kağıttan eşya ve minyatürler kullanılırdı. M.S. 739 da yaldızla kaplanmış para cenaze törenlerinde iş görüyordu. Eski Mısırlılar Nil kenarında biten bir saz olan papirüsyapraklarını kağıt gibi kullanırlardı.i Parirus 1-3 m. arası yeşil yapraklı, hoş görünümlü bir sazdır. Bundan, kağıttan başka kayık, örme sepet, yelken ve ip yapıldığı gibi bu saz yenilebilirdi de..
Romalılar daha sonra koyun derisini incecik keserek parşömen yapmışlardır. Birkaç asır bütün Avrupa da bunu kullanmayı başarmışlardır. 1495 de İngiltere de ilk kağıt fabrikası kurulmuş istek yetersizliğinden iflas edip kapanmıştı. 1586 da tekrar bu maceraya atılıp, becermişlerdir. İlk zamanlar teknik aynı olmasına karşın bu işlem yorucu idi. 19. yüzyılda işlemler çok daha kolaylaşmıştır. O zamanlar işlem için gerekli maddeler: bitki, kumaş lifleri, tahta hamuru, kimyevi madde ve toprak, desen ve boyalardı. Bunlar çeşitli bölmelere yerleştirilip kurutulur ve sıkıştırılır. Sonra yıkanıp ağartılırdı. Daha sonraları plastikten bile yararlanılmıştı.
Adam ile Tilki !!
"zarar ile oturur öfkeyle kalkan" derler,
bunun için şu masalı söylerler.
nasılsa birgün tilki tuzağa yakalanır,
tuzak kuran öfkeli bir adamdır.
tavukları yiyor diye
düşman olmuştur tilkiye.
hemen öç almak ister,
-uzun kuyruğuna der,
bir paçavra bağlayayım şu bayın,
ateşleyim de güzelce,
görsün cezasını hainliğinin.
ve sonunda böylece,
bay tilkiyi ateşler.
-haydi bayım yolun açık olsun, der.
canı yanınca tilki bir tarlaya saklanır,
bu tarla o adamın ekili tarlasıdır.
bir senelik emeği bir an içinde yanar,
ah vah eder ya adam, ama ne işe yarar.
"zarar ile oturur öfkeyle kalkan" derler,
bunun için şu masalı söylerler.
nasılsa birgün tilki tuzağa yakalanır,
tuzak kuran öfkeli bir adamdır.
tavukları yiyor diye
düşman olmuştur tilkiye.
hemen öç almak ister,
-uzun kuyruğuna der,
bir paçavra bağlayayım şu bayın,
ateşleyim de güzelce,
görsün cezasını hainliğinin.
ve sonunda böylece,
bay tilkiyi ateşler.
-haydi bayım yolun açık olsun, der.
canı yanınca tilki bir tarlaya saklanır,
bu tarla o adamın ekili tarlasıdır.
bir senelik emeği bir an içinde yanar,
ah vah eder ya adam, ama ne işe yarar.
askerim
sizler bizim için çarpıştınız,
yurdunuz için düşmana karşı koydunuz,
kiminiz elinizi, kiminiz ayağınızı yitirse de,
vatanım önde gelir dediniz.
bu acı günler ne zaman bitecek,
asker analarının yüzü ne zaman gülecek.
şerefle, gururla yolladılar askere,
olsa başka evladı elbet onu da gönderecek.
başka analar, babalar ağlamasın.
ne olur yüreklerimiz yanmasın.
bitsin artık bu karanlık günler,
düşmanlarımız halimize gülmesin.
gelin birlik olalım hepimiz kardeşiz.
elbet yeri geldiğinde kükremeyi biliriz.
kardeş kardeşi vurmasın yeter ki ne olur,
biz her yerde haddimizi biliriz.
sizler bizim için çarpıştınız,
yurdunuz için düşmana karşı koydunuz,
kiminiz elinizi, kiminiz ayağınızı yitirse de,
vatanım önde gelir dediniz.
bu acı günler ne zaman bitecek,
asker analarının yüzü ne zaman gülecek.
şerefle, gururla yolladılar askere,
olsa başka evladı elbet onu da gönderecek.
başka analar, babalar ağlamasın.
ne olur yüreklerimiz yanmasın.
bitsin artık bu karanlık günler,
düşmanlarımız halimize gülmesin.
gelin birlik olalım hepimiz kardeşiz.
elbet yeri geldiğinde kükremeyi biliriz.
kardeş kardeşi vurmasın yeter ki ne olur,
biz her yerde haddimizi biliriz.
Safiye Ali (ilk Kadın Doktorumuz)
Memleketimizde kızların üniversitelere girmesi 1914 yılında olmuştur. Kızların kabul edildiği ilk yükseköğretim kurumları fen ve edebiyat fakülteleridir. Tıp fakültesi ise Türk kadınına kapılarını 16 Eylül 1921 tarihli Mebusan Meclisi kararıyla açmıştır. Ancak memleketimizin ilk kadın doktoru tıp tahsilini Almanya da Würzburg Üniversitesi nde yaparak 1922 yılında Türkiye ye dönen Safiye Ali dir. Çocuk hastalıkları mütehassısı olan Safiye Ali, 1930 yılına kadar İstanbul Nuruosmaniye deki muayenehanesinde çalışmıştır..
ESKİ KOCA MI ???
Benim salak eski kocam benden boşandıktan sonra; ha babam şu saçmasapan sitelere girip çıkmaya başlamış..Onun msn sinde kayıtlı olduğumdan mı yoksa kendi özellikle mi benim msn adresimi yazıyor bunu bilemiyorum. Yok arkadaş siteleri, yok abuk sabuk kadınlı kızlı sitelerden bana durmadan beni aramadın hala, hayatım ben senin için burdayım, hadi aç kameranı gibi mailler geliyor..Be adam! be salak herif git kendine başka bir uğraş bul. Etraf zaten karı kız kaynıyor. Bu adam benim üzerime evlendi de boşandı bile..4 sene içinde:)) Vay be! karı bir sene olmadan evi terketti. Ben bu adama 17 sene fazladan dayanmışım. Herif alkolik abi. İçtimi zıkkımı kişilik bozukluğu yaşıyor. Geçenlerde attığı bu sitelerden birine gireyim, allahaşkına nedir bu dedim:(( aman yarabbim! girmez olsaydım..Çıkma da çıkamıyorum..Ama bir tanesi çok eğlenceli..Twoo diye bir yer. Oraya da beni üye yapmış eşoğlusu. Ay ama profilime baktı dimi adam:)) anında engelliyorum bir daha gelemiyor...Bu beni çok eğlendiriyor...Adamın benden sonra evlendiği karılar ha babam bana mesaj atar durur. Bunlardan bu evlenip boşanan iyice salak. Karı bana herif hakkında yazmadığını bırakmamış..17 sene yaşadığım adam meğer tecavüzcu sapıkmış. Bunu kadın bana yazmış..Allahım koptum gülmekten. Bir de bana siz tencere kapak birbirinizi iyi bulmuşsunuz, ben yeni boyfriend le mutluyum demesin mi? Yavrum sizin gibilere adam çok. Ne var yani. Birinin altından kalkar, birinin altına yatarsınız. Tencere kapak demişken; aman allah korusun beni bu adamdan..Herif hala onu mahkemelere şikayet edeyim diye uğraşıyor..Birlikte ortak olduğumuz bir villa vardı. Karıya para yedirecem diye g.. sıkışmış. Hakkını bana sattı. Daha doğrusu oğlumuzun hakkını parayla aldım şerefsizden. Çünkü oğlumuzun üstüne yapmadı o evi. Yalvardım gel oğlumuzun üstüne yapalım dedim. Bana söylediği; yemezler canım olmuştu. Sonunda ne oldu? Belki maddi anlamda çok sıkışacağım. Ama seni satın aldım oğlum ben.....
Neyse ben kilitleri değiştirmiştim. Herif gitmiş eve girmek istemiş. Baktı giremiyor camdan zorla evime girmiş. Be salak! Ne arıyorsun benim evimde. Ondan sonra da bana mail atmış ki; eline koz geçti bu sefer beni karakola şikayet edersin..Vallahi de billahi bu adamın artık beyni sulanmış. Hep onunla uğraşmamı istiyor. Adamım! benden uzakta kal da ne halt yersen ye:))
Benim salak eski kocam benden boşandıktan sonra; ha babam şu saçmasapan sitelere girip çıkmaya başlamış..Onun msn sinde kayıtlı olduğumdan mı yoksa kendi özellikle mi benim msn adresimi yazıyor bunu bilemiyorum. Yok arkadaş siteleri, yok abuk sabuk kadınlı kızlı sitelerden bana durmadan beni aramadın hala, hayatım ben senin için burdayım, hadi aç kameranı gibi mailler geliyor..Be adam! be salak herif git kendine başka bir uğraş bul. Etraf zaten karı kız kaynıyor. Bu adam benim üzerime evlendi de boşandı bile..4 sene içinde:)) Vay be! karı bir sene olmadan evi terketti. Ben bu adama 17 sene fazladan dayanmışım. Herif alkolik abi. İçtimi zıkkımı kişilik bozukluğu yaşıyor. Geçenlerde attığı bu sitelerden birine gireyim, allahaşkına nedir bu dedim:(( aman yarabbim! girmez olsaydım..Çıkma da çıkamıyorum..Ama bir tanesi çok eğlenceli..Twoo diye bir yer. Oraya da beni üye yapmış eşoğlusu. Ay ama profilime baktı dimi adam:)) anında engelliyorum bir daha gelemiyor...Bu beni çok eğlendiriyor...Adamın benden sonra evlendiği karılar ha babam bana mesaj atar durur. Bunlardan bu evlenip boşanan iyice salak. Karı bana herif hakkında yazmadığını bırakmamış..17 sene yaşadığım adam meğer tecavüzcu sapıkmış. Bunu kadın bana yazmış..Allahım koptum gülmekten. Bir de bana siz tencere kapak birbirinizi iyi bulmuşsunuz, ben yeni boyfriend le mutluyum demesin mi? Yavrum sizin gibilere adam çok. Ne var yani. Birinin altından kalkar, birinin altına yatarsınız. Tencere kapak demişken; aman allah korusun beni bu adamdan..Herif hala onu mahkemelere şikayet edeyim diye uğraşıyor..Birlikte ortak olduğumuz bir villa vardı. Karıya para yedirecem diye g.. sıkışmış. Hakkını bana sattı. Daha doğrusu oğlumuzun hakkını parayla aldım şerefsizden. Çünkü oğlumuzun üstüne yapmadı o evi. Yalvardım gel oğlumuzun üstüne yapalım dedim. Bana söylediği; yemezler canım olmuştu. Sonunda ne oldu? Belki maddi anlamda çok sıkışacağım. Ama seni satın aldım oğlum ben.....
Neyse ben kilitleri değiştirmiştim. Herif gitmiş eve girmek istemiş. Baktı giremiyor camdan zorla evime girmiş. Be salak! Ne arıyorsun benim evimde. Ondan sonra da bana mail atmış ki; eline koz geçti bu sefer beni karakola şikayet edersin..Vallahi de billahi bu adamın artık beyni sulanmış. Hep onunla uğraşmamı istiyor. Adamım! benden uzakta kal da ne halt yersen ye:))
RUPOFOBİ :(((((
Fobi adıyla bilinen korkulara çok kişide rastlanır. Korku krizleri, baş dönmesi, mide bulantısı, terleme, çarpıntı şeklinde kendini gösterir. Birçok kişi bu korkusunun sebepsiz olduğunu bile bile ondan kurtulamaz.Bu fobilerden biri de rupofobi dir. Çok yaygın olan rupofobi de insanlar, başkalarının ellerini sıkmaktan çekinirler, çoğu zaman evlerinden başka yerde tuvalete bile girmek istemezler. İnanın öyle kötüdür ki bu rahatsızlık. Rahmetli benim babam da bir ara buna tutuldu. Onu iyileştiren kişi ise rahmetli Yıldırım Aktuna idi. Babam kimseye elini vermiyordu. Annem üstbaş yıkamaktan, rahmetli babam ise elini sürekli yıkamaktan bıkmıştı..Bence her rahatsızlığın kendine göre sıkıntısı var..Allah kimseye vermesin...
Fobi adıyla bilinen korkulara çok kişide rastlanır. Korku krizleri, baş dönmesi, mide bulantısı, terleme, çarpıntı şeklinde kendini gösterir. Birçok kişi bu korkusunun sebepsiz olduğunu bile bile ondan kurtulamaz.Bu fobilerden biri de rupofobi dir. Çok yaygın olan rupofobi de insanlar, başkalarının ellerini sıkmaktan çekinirler, çoğu zaman evlerinden başka yerde tuvalete bile girmek istemezler. İnanın öyle kötüdür ki bu rahatsızlık. Rahmetli benim babam da bir ara buna tutuldu. Onu iyileştiren kişi ise rahmetli Yıldırım Aktuna idi. Babam kimseye elini vermiyordu. Annem üstbaş yıkamaktan, rahmetli babam ise elini sürekli yıkamaktan bıkmıştı..Bence her rahatsızlığın kendine göre sıkıntısı var..Allah kimseye vermesin...
Huzurluyum bu aralar gelmeyin üstüme,
Hiç olmadığım kadar da mutlu..
Sebebi yok belki de yokluktan bendeki bu haller..
Gamsızlıktan, umursamamazlıktan....
Her ne sebep olursa olsun; önemli olan huzursa eğer,
Öyleyim işte...
Gelmeyin üstüme:))
Hani derler ya; üfle gitsin..
Aynısını yaptım bende; üfledim gitti.
Hiç olmadığım kadar da mutlu..
Sebebi yok belki de yokluktan bendeki bu haller..
Gamsızlıktan, umursamamazlıktan....
Her ne sebep olursa olsun; önemli olan huzursa eğer,
Öyleyim işte...
Gelmeyin üstüme:))
Hani derler ya; üfle gitsin..
Aynısını yaptım bende; üfledim gitti.
Konu tacizmiş..Kaçırmışım bunu ben..Ama ben de birşeyler yazmak istiyorum..Taciz her dönem vardı. Olur da..80 li yıllarda münübüs ya da otobüsle sabah işe gidiyorsunuz. Mutlaka bir manyak olurdu o otobüs ya da münübüste. Ne kavgalarım, ne tartışmalarım olmuştur benim. Ben bir de sesi çıkmayan kişilere yardımcı oluyordum. Ne yazık ki; çoğu erkek milletimizin içinde var bu. İlle bir kadın ya da kıza dokunacak, onu sıkıştıracak..O kadar manyak olurdu ki..Ben şu aralar bilemiyorum bunları. Artık emekliyim ama illa ki vardır yine böyle manyaklar otobüs ya da münübüste; mutlaka sapıklıklarına devam ediyordur. Bazı kadınlar adam nerdeyse üstüne çıkacak kadar olurdu sesi çıkmazdı. Ben bu olaylara şaşar kalırdım.
Bence kızlarımız ya da kadınlarımızın bu gibi durumlarda sesi çıksın..Anında tepki göstersin. Kaçtıkça üstüne gelir böyle manyaklar.
Bence kızlarımız ya da kadınlarımızın bu gibi durumlarda sesi çıksın..Anında tepki göstersin. Kaçtıkça üstüne gelir böyle manyaklar.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)